top of page
Yazarın fotoğrafıKerem Şahintürk

Vincent Ölmeli /Stephan Castang #FilmNo1



Her şeyden önce söylemeliyim ki ben bir sinema eleştirmeni değilim. Çevremdeki insanlarla kıyasladığımda ortalama bir film izleyicisi olduğumu söyleyebilirim. Ama nasıl yeni bir yer gördüğümde, iyi bir kitaba denk geldiğimde ya da lezzetli bir yemek tattığımda heyecanlanıyorsam güzel bir film izlediğimde de benzer duygulara kapılıyorum. Sinema da hayattaki diğer şeylerle beraber beslendiğim bir mecra ve beni en sevdiğim şeylerden ikisine, yazmaya ve paylaşmaya itiyor. Önceden eşe, dosta, arkadaşa anlatırken şimdi bu blogda sanal alemle paylaşıyorum. Bu sayede kendi arşivimi oluşturmaktan da mutluluk duyuyorum.

Bu kısa girizgahın ardından şöyle havalı bir giriş yapalım:


Belki de Vincent çoktan öldü!

Film kahramanımız Vincent'ın ortada hiçbir sebep yokken tanıdığı, tanımadığı herkesin onu öldürmeye çalışmasıyla başlıyor. Başta olayları soğukkanlılık ve şaşkınlıkla karşılayan, hatta yeni tanıştığı kız arkadaşına gülerek anlatan Vincent bir arabanın altında ezilmekten son anda kurtulunca işin ciddiyetini kavrıyor. Kavrıyor kavramasına ama nedenini anlamıyor. Bana kalırsa filmin en önemli repliklerinden biri de bu sahnenin peşi sıra geliyor.


Asıl soru neden değil, ne kadar zamanımız kaldı?

Filmdeki kırılma anında, bir profesör ile karşılaşan Vincent bu durumun kendine özel olmadığını, onun gibi saldırıya uğrayan büyük bir çoğunluk olduğunu öğreniyor. Vincent’ın neden sorusuna da profesör yukarıda ki replikle cevap veriyor. Yukarıdaki havalı giriş cümlesinde de bu repliğe atıfta bulunuyorum. Farklı bir şekilde tekrar sorarsam:


Hala zamanımız var mı?

Yönetmenin filmle ilgili şu açıklaması benim filme baktığım noktayı, sorduğum soruları daha anlamlı kılacak diye düşünüyorum. Öncelikle filmini ‘’Kıyamet Öncesi’’ olarak tanımlayan yönetmen ekliyor: Kendime şu soruyu sordum: Modern dünyamızın sosyal şiddeti nasıl aktarılabilir?

Severek takip ettiğim genç filozof Pelin Dilara Çolak’ın paylaştığı son videolarla üzerinde durduğu Yorgunluk Toplumu, Performans Öznesi ve bunların neticesinde içine düştüğümüz Tükenmişlik Sendromu kavramları bu filmde yaratılan güvensizlik ortamı ile ilintili gibi geliyor bana. Oldukça iyi ilişkilere sahip olduğu babasının Vincent’a silah doğrulttuğu sahne bu durumu oldukça iyi özetliyor.

Ülkemizin içinde olduğu duruma da bakarsak, adalet sistemine, sağlık sistemine, eğitim sistemine, nihayetinde de birbirimize olan güvenimizi kaybettiğimiz bir dönemdeyiz. Herkes kendi küçük dünyasında, izole hayatlar yaşıyor.


Her şeyden önce kendimize olan güvenimizi kaybediyoruz.

Komedi tadında başlayan film profesör ile olan konuşmanın ardından korku/gerilim motifleriyle süsleniyor ve Vincent için bir ölüm kalım savaşı başlıyor.


Artık o, herkesin peşinde olduğu bir av.

Şehirden uzaklaşıp ailesinin kır evine yerleşen Vincent kendini korumak için önce bazı silahlar, ardından da bir köpek alıyor ama temel ihtiyaçlarını karşılamak için hayatın içine karıştığında sayısız kere ölümle burun buruna geliyor. Ve bir noktada av, avcı birbirine karışıyor.

Yönetmen tüm bu kaosun içinde romantizmi de unutmuyor. Vincent yemek almak için gittiği restoranda Margaux isimli garsonla tanışıyor. Ve bana kalırsa Margaux yönetmenin insanlığa olan umudunu simgeliyor.


Yalnız birbirimize güvenirsek hayatta kalabiliriz. Çünkü hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız.

Sonuç olarak film hem farklı türleri harmanlamasıyla hem de kaotik geleceğimize bakış açısıyla izleyiciyi tatmin ediyor.

 

Merak edenler için Pelin Dilara Çolak'ın bahsi geçen youtube videosu:

YORGUNLUK TOPLUMU: Sen de Tükenmiş Hissediyor musun?

9 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page