Rakı, muhabbet, güzellik oh be... #meyhaneNo1
Güncelleme tarihi: 23 saat önce
Meyhane dendiğinde aklınıza ne gelir? Uzun, geniş bir masa mesela. Hararetli konuşmalara eşlik eden kahkahalar, yükselen sesler ya da kendi halinde küçük bir masa, çoğu zaman köşede bir yerde, sessiz, kendiyle baş başa.
Veyahut Yeşilçam’dan bir sahne… Sadri Alışık o meşhur tiratlarından birini atarken: ‘’Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz, denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz, birçok şeyin tadına bakacağız sonra da ister istemez gidiyorum elveda şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.''
Kimi zaman neşelenmek, kimi zaman kederlenmek, dostlarla vakit geçirmek, iş çıkışı iki tek atıp günün yorgunluğunu atmak ya da sadece alışkanlıktan mütevellit uğranan meyhaneler. Sinemaya, edebiyata, sanatın bir çok alanına konu olan, ilham veren hatta adı şairlerle, yazarlarla anılan, onlara okul olan meyhaneler. İsmi Cemal Süreya ile özdeşleşen Hatay Restoran için yine Cemal Süreya’nın yazdığı dizelerle anlatmak gerekirse:
''Bir kahveydi: Çay içmek için de gidebilirdin.
Kıraathane: Birçok yazımı orda yazdım.
Posta kutusu: Mektuplar oraya gelirdi.
Emanetçi: Bavulunu on gün bırak.
İşyeri: Çok kişinin adresi.
Son beş yıl içinde hemen her Cuma gittim Hatay'a. Bazen de haftada iki, üç kez. Kendi ayinini kurmuş bir meyhane... Eski bakanla yeni üniversite öğrencisi aynı masada otururdu. Benim için dostlukların kaynaştığı bir dönemin adı olarak kalacak Hatay.''
Zamanla birlikte meyhanelerin yerini restoranlar, sanat müziğinin yerini hareketli pop şarkıları alırken mevzu masaların üzerine çıkıp dans etmeye kadar vardı. Adına yeni nesil meyhane deyince kılıf da hazırlanmış oldu. Değişime karşı değiliz elbet ama rakısıyla, mezesiyle, adabıyla başlı başına bir kültür değeri olan meyhaneciliği de başka şeylerle karıştırmamak gerek.
Bir küçük hikaye ile o günleri hatırlatıp yazıma öyle devam edeceğim. Zaman eski zaman, Ahmet Bey bir saatçi dostundan alacağını tahsil etmek üzere Zeytinburnu’ndan Karaköy’e kadar yürür, yürür çünkü cebinde dolmuşa verecek para dahi yoktur. Kan ter içinde dükkana varır ama kapı duvar. Sorar soruşturur lakin bir sonuca varamaz. Cebi boş, karnı aç yüksek kaldırımı geçip İstiklal’e çıkar. Yorgo’nun meyhanesine girip her zamanki masasına oturur. Yorgo yanına geldiğinde usulca kulağına eğilip durumunu anlatır ve bir tas çorbayı borca binaen vermesini ister. Yorgo çorba ile birlikte birkaç meze ve rakı da getirir masaya. Ahmet Bey meyhanede birkaç saat geçirdikten sonra selamını verip çıkmak üzereyken Yorgo arkasından seslenir, Ahmet beyciğim paranızın üzerini unuttunuz.
Koltuk meyhanelerinden geleneksel meyhanelere, oradan beyaz örtülü masalara, restoranlara uzanan yolculuğunda böyle nice hikayeler saklar elbet. İstanbul’da yaşadığım uzun yıllar boyunca sayısı iyice azalan klasik meyhanelerin izini sürdüm. Hatay Restoran, Kör Agop, Cumhuriyet Meyhanesi, Madam Despina, Mythos, Safa Meyhanesi ve daha nicelerinde rakımı içip duvarlarına sinen o tarihin kokusunu içime çektim. Kimi zaman mekan sahipleri, kimi zaman garsonlarla sohbet edip eski zaman meyhanelerini konuştum. Rakıdan, mezeden ziyade içerideki o havayı solumaktı derdim. Özellikle öğle rakısına gittim ki, kalabalıklara karışmadan, inceden çalan müzikle baş başa kalabileyim. Büyük masaların, keyifli sohbetlerin yeri de başka ama elimde kadehim, her bir detayı; duvardaki resimleri, gazete küpürlerini, masa süslerini tek tek inceleyerek, mekanla bir olmak bambaşka.
İsimleri, mezeleri, adabı değişimlere uğrasa da, nesilden nesile, aileden çocuğa, hikayelerle yaşamaya devam eden, edecek olan meyhanecilik başlı başına bir kültür değeridir. Yani mesele rakı içmek değildir.
Bu kadar meyhane muhabbeti üzerine Bodrum’da yaşayan dostlar için de birkaç meyhane önerisi yapmadan yazıyı bitirmek olmaz.
Marangozhane
Dükkan No 10
Atgeç Meyhanesi
Bağarası Restoran
Taşkuyu Restoran
Muhabbetiniz bol olsun efendim.
Comments